KATİL ROMANCI, CUMHURİYET KİTAP – BERNA KABACAOĞLU YÜCEL, 2014

Berna KABACAOĞLU YÜCEL
10.04.2014

Hakan Yaman’ın yeni romanı

Katil romancı…

Hakan Yaman’ın yeni yayımlanan kitabı “Romancı”, roman kahramanlarına yer yer cinayetler işleten bir romancının, gerçek hayatta nasıl bir katile dönüştüğünü çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.

Bir yazarın kurgularla dolu beyninde dönüp duran düşünceler, onu ne zaman gerçek cinayetler işlemeye yönlendirir? Hakan Yaman’ın son romanında, kendine özgü melankolik dünyasında, devamlı kafasının içindeki  seslerle boğuşup duran yazarın, gerçek bir katile dönüşümüne adım adım tanık oluyoruz. Yazar, okuru romanın en başında uyarıyor: “Bu yazdıklarımı hem  bir roman gibi okuyun hem de ateşin ortasında kalmış bir akrebin gerçek itirafları olarak.”

İlk sayfalarda, kendi halinde, melankoliyle çevrili dünyasında yaşayıp giden, orta yaşlarına yakın bir erkekle tanışıyoruz; roman boyunca adını bile  ğrenemeyeceğimiz bir romancı… O, bizi  hayatının dehlizlerine buyur ettikçe, yaşamında yer alan insanları da tanıyoruz: Yazar yirmi altı yaşındayken boşanan ailesi, Ayvalık’ta isteyerek yalnız bir hayatı tercih etmiş olan babası, yeniden evlenen annesi, en yakın arkadaşı Mahir ve en önemlisi, annesinin ikinci evliliğinden,  Down sendromlu olarak doğan kız kardeşi Naz…

Naz, yazarın hayatında, adeta bir sevgi ve saflık anıtı gibi dikiliyor. Yazarın hayatında en çok değer verdiği kişi olan Naz, varlığıyla ona ışık ve huzur katıyor. Yokluğu; kız kardeşini kaybetmenin acısı ise yazarın cinnetinin fitilini ateşliyor. Yazarı bir katile dönüştüren olaylar zinciri, onun İstiklal Caddesi’ndeki Mephisto Kitabevi’ne oturup bir fincan kahve içmek istemesiyle başlıyor. Tuvalete gidip döndüğünde, masasında, üzerinde gizemli bir not yazılı kartpostal buluyor ve o andan itibaren, sonunun nereye varacağını bilemediği bir bilmecenin içine sürükleniyor.

Gizli bir hayranı tarafından yaratılan ve bir dizi kartpostaldaki şifrelerin çözülmesine dayalı bu oyun, yazar için kısa sürede bir saplantı haline geliyor.

Nesnesi mi, yoksa öznesi mi olduğu belli olmayan bu bilmeceyi çözme arzusunundışında, yazarın iç dünyasını  bulandıran bir takıntısı daha oluşuyor: Zahide. Yazara Cihangir Camii’nin bahçesinde görünür görünmez onu güzelliğiyle büyüleyen, Cihangir Pratik Kız Sanat Okulu öğrencisi, tesettürlü kız Zahide, özellikle romanın ikinci yarısından itibaren son derece etkin bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Yazar, Zahide ile bir ilişkiye başlamamak için kendiyle çok savaşıyor ama bir süre sonra direnci kırılıyor. Zahide’nin ait olduğu dünyaya tüm yaşamı boyunca uzak olmuş, hatta o dünyayı yer yer aşağılamış olan yazar, uçurumdan yuvarlanan bir kaya gibi bu aşkın içine sürükleniyor.

Yazar, Zahide’yi de gittikçe bu gizemli bilmecenin içine çekiyor ve iki sevgili, şifreleri birlikte çözmeye başlıyorlar. Onlar şifreleri çözmeye çalışırken, okur da kitap boyunca bol bol Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Kemal Tahir’i, Mehmet Akif Ersoy’u, Abdülhak Şinasi’yi, Yahya Kemal Beyatlı’yı ve Peyami Safa’yı yad ediyor çünkü bilmeceyi  çözmek için kullanılan şifrelerin hepsi, bir şekilde bu değerli kişilerle bağlantılı.

GÜNAH ÇIKARMA SEANSI

Romancı, küçük bir masanın bir tarafına yazarı, diğer tarafına da okuru oturtuyor. Bu romanı, bir günah çıkarma seansı olarak nitelendirmek de mümkün. Yazarın hayatıyla ilgili verilere ulaştıkça, sona duyulan merak artıyor. Tüm çıplaklığıyla sergilenen duygular, bir kamçı gibi okurun yüzüne çarpıyor. Bunun hayli sarsıcı bir his olduğu gerçek ama romanın dinamiğini de okuru yer yer dehşete düşüren bu dil  oluşturuyor. Yazarın duygu durumunu dile getirişinde sergilediği başarı takdire değer. Kitabın bazı bölümlerinde kullandığı argo terimler, romanın dilini bayağılaştırmadan okurla aradaki samimiyeti besliyor. Hatta Beyoğlu’nu, özellikle İstiklal Caddesi’ni iyi bilen okurlar, yazarla birlikte kol kola caddeyi adımladıkları hissine kapılabilirler. Bunun nedeni de gerçekçi bir şekilde ortaya konan mekân tasvirleri.

Kitap, yazar aracılığıyla okuru bazı konuları sorgulamaya da yönlendiriyor: “Bir yazar romanını yazarken, okur kaygısı taşımalı mı, taşımamalı mı?” Yazar bu konudaki fikrini dile getirirken, okur da ister istemez kendinin bu konudaki düşüncesini belirlemek için bir iç sorguya girişiyor.

Kitabın sonunda ise yazar her ne kadar sizden onu unutmanızı ve asıl Naz ile Zahide’yi hatırlamanızı istese de, bir okur olarak bu romanda asla unutmayacağınız duygu, yazarın trajedisi oluyor ve tıpkı onun kendine sorduğu gibi, siz de şunu sormadan duramıyorsunuz: “Yazı tedavi eder mi böyle şiddetli ruh kanamalarını?”