CUMHURİYET GAZETESİ SÖYLEŞİ

1-Yazının büyüsünü erken yaşta keşfettiğinizi söylüyorsunuz..Buna rağmen ilk romanınızın yayımlanması 40’lı yaşlarınıza denk düşüyor. Buna neler etken oldu ?

İlk romanım “İsrafil’in Kanatları” iki yıl önce yayımlandığında 44 yaşındaydım.

Ahmed Hamdi Tanpınar da ilk romanı “Mahur Beste” bir dergide yayımlandığında yanılmıyorsam aynı yaşlardaydı. Batıdan da benzer örnekler verebiliriz ve bu geç çıkışların mutlaka farklı nedenleri vardır.

Kendimle ilgili de pek çok etkenden söz edebilirim ama galiba en doğru cevap ilk romanımın yayımlanması için “doğru” zamanın  o zaman olduğudur.Hayal ettiğiniz ya da çok yapmak istediğin bir şeyin gerçekleşmesi için pek çok unsurun bir araya gelmesi gerekiyor.Küçük bir eksik büyük bir engel olabiliyor bazen.

Erken yaşlarda başlayan yazın merakım bugün kırklı yaşların birikimiyle bir araya gelince daha keyifli yazı olanakları sunuyor bana.Bundan da fazlasıyla memnun olduğumu söyleyebilirim.

 

2- Bazı açılardan daha oylumlu bir tür olarak nitelenebilecek olan roman türünü seçişinizin belli nedenleri var mı? Bunu anlatımınızda yan öyküler ve ana karakterle sınırlanmayan ayrıntılarla bütünlenen üslubunuzla ilişkisi var mı?

Romanı her zaman kendime daha yakın buldum.Diğer edebi türleri de zevkle okumama rağmen romanın bende farklı bir yeri var.Özellikle  uzun soluklu bir macera olduğu için ve yazarken bana çok sevdiğim bir yan uğraş imkanı tanıdığı, beni uzun ve zevkli araştırmalar yapmak zorunda bıraktığı için, bazen küçük detaylarlarla saatlerce beni uğraştırdığı için roman yazmayı daha keyifli buluyorum.Ancak buradan öykü yazarlığını da önemsemediğim anlaşılmasın.Hatta tam tersi iyi bir öykü yazmanın roman yazmaktan çok daha zor olduğunu düşünmüşümdür hep.

3- Bir yandan peşinden gidilen tutkulu bir aşk, bir yandan özenle saklanan umudun yitip gitmemesi için gösterilen çaba; böylesine iki öğeli bir tematik bütünlük içinde sizin romanınızı bir aşk romanı olarak yine de değerlendirebilir miyiz ?

Bu değerlendirmeyi benden önce eleştirmenler yapmışlardı.Her ne kadar romanların böyle tek sözcükle kategorize  edilmesini çok doğru bulmasam da ben de bu görüşe katılıyorum. Derinlerdeki ağırlık noktasını insan oğlunun iki önemli trajedisi , yalnızlık ve cinselliğin oluşturduğu  bir düzlemde ilerleyen  bir aşk romanı diyebiliriz.Ama biraz marazi bir aşkın romanı…Bu anlamda klasik aşk romanlarından ayrı düştüğü söylenebilir ama yine de bir aşk romanıdır.

4- Romanınızın finali, ayrıntılarla, ağzı bozukluğuyla, kendini kandırışını bile bizimle paylaşan ana karakteriyle gerçekliğine bizi inandırdığınız Suphi’ye ve aşkına dair bir sürprizi barındırıyor. Bunun, romanı algılamada belirleyici olduğunu düşünüyor musunuz?

Aslında pek çoklarına anlaşılması  zor gelen ya da şöyle diyelim günümüz gerçekleriyle pek uyuşmayan bir tutkunun pençesinde biraz “fazla romantik” ve sıkıntılı bir yolculuğa çıkan Suphi’nin yaşantısının bu yolculuk dışında her hangi bir insan gibi gerçekçi ve sıradan olduğunu görürüz. Tıpkı her hangi birinin aşık olduğunda sevgilisine çok romantik ve özenle seçilmiş sözcüklerle konuşurken yakın arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde sürekli küfürlü konuşmaya başlaması gibi… Bu ve buna benzer iniş çıkışlar bence Suphi’yi gerçekçi kılan unsurlar.

Romanın sonundaki sürprizin ise romanın sadece kurgusuna katkıda bulunduğunu söyleyebilirim.Ancak romanı algılamada belirleyici bir rol oynadığını düşünmüyorum.Bu hayatın hepimizin karşısına zaman zaman çıkardığı sürprizlerden biri gibi algılanmalı. Her ne kadar için de bazı sembolik göndermeler barındırıyorsa da  bunları romanın algılanma biçimine katkıda bulunması için ya da farklı bir algılanma beklediğim için yapmadım.Tamamen hayatın ta kendisi gibi yazarken kendiliğinden ve plansız oluştu.Ama o sürpriz kurgusu romanı yazmaya başladığımda vardı.Bütün hikayeyi onun üzerine kurmuştum zaten.Bunun için kurgunun ağırlık noktası orasıdır.

5- Romanda ana karakterin hayata ve insanlara, belli bir kültürel ve entelektüel birikimle baktığını anlıyoruz. Ancak orta halli sıradan bir yaşam sürüyor, bazen basitleşebiliyor ve tutkusu söz konusu olduğunda uçlarda geziniyor. Bu simgesel olarak bir içsel çarpışmanın ve uyumsuzluğun  yansıması mı?

Bu tespitinizi tüm insanlarda var olan ve kanımca olması da gereken doğal bir durum olarak kabullenmeliyiz.Hepimiz içimizde sosyal çevre için giydirilmiş bir “ben” ile yalnız kaldığımızda  ya da kendimizi rahat hissettiğimiz ortamlarda kaldığımız   “çırılçıplaklık” veya “yarı çıplaklık” halini bir arada yaşıyoruz. Bu iniş çıkışlar yaşantımızın en temel ve doğal halleri.Romanın ana karakteri Suphi de doğal olarak içinde bu karşıtlığı barındırıyor.Üstelik kendine has ruh hali nedeniyle Suphi’de bu iniş çıkışlar zaman zaman biraz abartılı da olabiliyor.Suphi zaten romanın hemen başlarından kendinden söz ettiği bölümlerde bu iniş çıkışlarını kendi ağzından itiraf ediyor.Yalnız burada Suphi’ye özgü içsel çatışmalarla kişinin bazen sıradanlaşıp bazen de yaşama daha geniş açıyla bakabilmesi halini karıştırmamak lazım.Birincisi Suphi’ye özgü daha bireysel, ikincisi ise hemen herkesin yaşayabildiği daha genel ve insani bir durumdur.

6- Buna bağlı olarak; tarihsel döneme ilişkin ip uçlarıyla yüklü olmasa da, romanınızın günümüz dünyasının ve Türkiye’nin neresinde durduğunu sormak istiyorum…

Romanda çok açık bir tarih vermedim ama roman günümüzde geçiyor.Romanın günümüzde geçtiğini Suphi’nin yaşından ve gençliğinden bahsederken 1970’li yıllarla ilgili olarak anlattıklarından veya fotoğrafçılıktan söz ederken kendisinin artık geride kaldığı, her şeyin “dijital” oluşundan yakındığı bazı bölümlerden anlıyoruz.Aslında bunu çok da önemsemiyorum.Bu romanın elli yıl önce ya da sonra geçmesi içinde anlatılanları fazla bir değişikliğe uğratmazdı diye düşünüyorum.

Roman bir yönüyle günümüzün gerçekçi ve yıpratıcı ortamıyla sanki 19.yüzyılda geçtiği izlenimi veren uzak ve tek taraflı ve biraz da hastalıklı bir aşk arasında gidip geliyor diyebiliriz.Bu yönüyle ne tam bugünde ne de yüz yıl öncesinde duruyor.

7- Yapıtlarınızın bu ikincisiyle, yanı sanatında nasıl bir yolda ilerlemiş oluyorsunuz? Bazı açılardan farklı bir anlatım söz konusuyken..

İlk romanım bittiğinde aklımda iki roman taslağı vardı.Bunlardan biri “Fotoğraftaki Kadın” diğeri de şu an üzerinde çalıştığım romandı.Fakat “Fotoğraftaki Kadın” kendiliğinden öne çıkıp, adeta kendini yazdırdı.İlk romanımı altı yılda bitirebilmiştim.Bu romanımın sanki bir şiir gibi gelip sözcüklere ve cümlelere dökülerek kendiliğinden kağıtları doldurdu diyebilirim.Çok keyif alarak yazdığım bir roman oldu.Bu anlamda ilkinden oldukça farklı bir yazı süreçte yazıldı.Yazdığım her yeni romanda farklı şeyler denemek istiyorum.Bu yüzden bundan sonraki romanlarımda da farklı anlatımlar olacaktır kanısındayım.

8- Ve, kendinizi yazın ve roman geleneğimiz içinde nasıl bir yere koyuyorsunuz?

Bu sorunuz da bir önceki gibi cevabı güç bir soru.Kendimi roman geleneğimiz içinde konumlandırmam zor. Buna eleştirmenler karar verecektir.Fakat bunun için biraz erken olduğunu düşünüyorum.Henüz iki romanım yayımlandı.Şu an üçüncü romanım üzerinde çalışıyorum.Yeni romanım daha önce yazdığım iki romandan da farklı olacak.Belki bu farklılıklar beni zamanla roman geleneğimiz içinde bir yere oturtacaktır.Bunu sanırım zaman gösterecek.