TRT RADYO 1 GECENİN İÇİNDEN PROGRAMI

Güz Kokulu Günahlar kitabının yazarı Hakan Yaman stüdyomuzda Gecenin İçinden’in konuğu. Hoş geldiniz.

hoş bulduk teşekkür ederim.

Güz kokulu günahlar hakan yamanın üçüncü romanı. İlk roman isradfilin kanatları, ikinci roman fotoğraftaki kadın ve bu üçüncü romanınız

Evet, nisan ayında yayımlanan güz kokulu günahlar son romanım

2009 yılında fotoğraftaki kadınla yunus nadi roman ödülünü aldığınızı sda belirtelim dinleyicilerimize… Güz Kokulu Günahlar, 18702li yıllar, İzmir, ondokuzuncu yüzyıl. Bir Levanten hayatı anlatıyor. Nereden geldi bu fikir diye soracağım. Biliyorum ki kurgu. Yaşanmış bir şeyden yola çıkarak ya da size anlatılan bir şeyden yola çıkarak yazmadınız ama neden o dönem, neden o insanlar?

Bu aslında benim uzun süredir tasarladığım bir romandı. Önceki romanlarıma benzemediği gibi bundan sonraki romanlara da çok benzemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü ben yazı yazmaya başlamadan önce 19. yy romancılarını çokça okurdum ve o yüzyılın romancılarından da çok etkilenmiştim.

Kimler var mesela?

Başta Dostoyevski, Tolstoy, Balzac, Andre Gide gibi romancıların etkisinde kalmıştım. Bu romanı onlara bir tür selam, onlara bir teşekkür borcu olarak yazdım diyebilirim. Çünkü romanımda evet, Levantenler, mekan olarak da sevdiğim İzmir’i seçerken 19. yılın en popüler konularından da birini seçtim romanda.

Nedir bu?

Eşine ihanet eden evli bir kadının çevresinde dönen olaylar konusu bildiğiniz gibi 19. yy romanının en bilinen konularından biridir.

“Önceki romanlarıma benzemediği gibi bundan sonraki romanlara da çok benzeyeceğini düşünmüyorum.”

İhanet

Evet, Madame Bovary en ünlüsü. Tolstoy’un Anna Karenina’sı, bunlar kadar ünlü olmasa da Alman Theedore Fontane’in Effi Briest romanı. Üçünün de ortak özelliği roman isimlerinin hep kadın kahramanların adlarından gelmesidir. Üçünde de romanların sonunda kadın kahramanlar ölür. Madame Bovary intihar eder, Anna Karenina aynı şekilde, effi briest’in de romanın sonunda hastalanarak ölüdüğünü biliyoruz.

Özellikle ondokuzuncu yy romancılarına bir selam göndermek isterken o yıllardan bir konu seçtim ve bunun kendimce çağdaş bir yorumunu yapmak istedim. Tabii bunda ne kadar başarılı olabildim bilmiyorum ama konuyu da Türkiye’de, İzmir’de işledim. İzmir gerek yaşayanklarıyla, insanların giyimleri, yaşam tarzları ve mimari olarak da o yıllar Avrupa’ya çok benzeyen bir kentti. Bu nedenle arka plan olarak da burasuını seçtim.

Bu roman, romanlarımın arasında biraz ayrıksı duracak bir romandır. Bir borcum olduğunu düşündüğüm ondokuzuncu yy romancılarına yazdım bu romanı.

Çok net bir sebep. Siz anlatırken şunu düşündüm. Neden kadının ihaneti o dönemin romanlarında çokça işlenen bir konuymuş?

Evet, bu o zamanlar çok popüler bir konuymuş. Sanırım erkeğin ihaneti ya çok sıkça rastlanan bir şey olduğundan  roman konusu olmaya değer görülmediği içindir belki. Ve daha ilgi çekici olduğu için seçilmiştir. Günümüzde de yine aynı konu kullanılıyor aslında. Bu 19 . yy konusuna çağdaş bir yorum getirmek istedim.

Neden kadar sürede tamamlandı roman?

Üç senede yazdım. Çok araştırma yapmam gerekti. O yılların İzmir kentini, yedi kiliseleri yer aldığı harabeleri, o senelerde yedi kiliselere geziler yapan özellikle Arundel isimli İngiliz bir seyyah var. Onun yazılarından faydalanarak, oldukça derin bir araştırma yaparak yazdım. Romanın belki iç senesinin bir yılını araşatırmalar aldı diyebilirim.

Sözünü ettiğimiz yedi kilise Efes…

Evet, İzmir, Efes, Laodikya, Tiyatira, Bergama, Sardis ve Filadelfiya.

Filadelfiya çok enteresan. Bizim Amerikada var olduğunu zannettiğimiz Filadeflfiya daha önce de gecenin içinden de karşınıza çıkmıştı. Türkiyede de bir filadelfiya olduğunundan o zaman haberdar olmuştuk.

Evet, ama Amerika’dakim Filadelfiya’nuın da isim annesi veya babası buradaki Filadelfiya’dır.

Öyleymiş evet.

İncilde geçen bir isimdir. Zaten buradaki yedi kilisenin tamamı yeni ahitte adı geçen yerlerdir.

“Güz Kokulu Günahlar, diğer romanlarımın arasında biraz ayrıksı duracak bir romandır.”

Bizimle bu yedi kilisenin öyküsünü biraz paylaşırmısınız? Bu kiliselerin temelindeki tarihsel gerçekler nelerdir?

Bu kiliseler aslında özellikle yurtdışından  gelen dindar Hıristiyanların bir haç yolculuğu gibi bugün de yaptıkları bir gezidir. Sadece o yıllara özgü değil bugün de hala yapılan bir nevi bir haçtır. Bizim insanımız çok bilmez ama böyledir. Yeni, ahitin Vahiy kitabında adı bu yedi kilise kutsal kiliselerdir. Tabi burada kiliseden kastedilen bhurada yapı olarak bir jkiliseden bahsetmöiyoruz . kilise topluluklarından  söz ediliyor bu bölgelerde. Ve bunlar ilk olarak incilde adları geçen kiliselerdir. Hepsinin Hıristiyan düntyasında çok büyük önemi vardır.

Onlar adına önemli haç bölgeleridir diyebilirim.

Güz kokulu günahlarda da yedi kiliseyi gezmek için yola çıkmış bir arkadaş topluluğu olduğunu söylersek yanlış olmaz herhalde.

O dönem için çağdaş bir yaşamları olsa da dinlerine bağlı, Katolik eğitimle eğitilmiş, bir grubun yolculuğu. Başlarında romanın baş kahramanı Alfredo Vitelli’nin öncülüğünü yaptığı bir geziye çıkıyorlar.  Alfredo’nun Fransız arkeolog dostu yol gösteriyor onlara. Yolculuk boyunca yanlarında bir peder var. Peder Francesco, ortağı, ortağının eşi, şair arkadaşı, onun kız arkadaşı Gabriella… geniş bir grup.

Çok renkli bir grup…

Evet, çok değişik insanlar bir arada. Bir ylculuğa çıkıyorlar İzmirden. Sonra efes. O zaman yolculuğun bir kısmı trenle yapılabiliyor. Sonrası arabalarla atlarla süren o dönemlerde oldukça zahmetli bir yolculuk. Bu yolculuk esnasında da olaylar gelişiyor. Roman, Alfredo’nun, eşinin kendisine ihanet ettiğini öğrendiği günle başlıyor ve aynı gün bitiyor aslında.

Yani bir yirmidört saat.

Yirmi dmört saat bie değil. Bütün roman aslında bir saniyede başlayıp bitiyor. Alfredo’nun intihar için geriye saydığı sayılar arasıdnda, 49 ile 50 arasında bitiyor roman.

Evet doğru

Alfredo 50 ye kadar sayıp intihar etmeyi düşünüypr. 49 ile 50 arasında geçiyor bütün roman. Onda n sonrasını anlatmayayım.

Evet sonrasını anlatmayın, çünkü sonunda çok ciddi bir sürpriz var. Ama işte başta da söylediğimiz gibi Alfredı’nun karısının ihanetini öğrenmesi üzerine böyle geri dönüşlerle ve karısının gnlüğünü bulup o günlükte olanlarla süren bir roman.

Günlğüünde isabella bu gezsiyi anlatıyor zaten. Bir dönem sonra onun günlüğünden de geziyi izlemeye başlıyoruz. Alfredo’yu terasta bırakıp İsabella’nın günlüğünden ve tabii ki anlatıcıdan, ikisi paralel gidiyor bir süre romanda. Sona kadar böyle sürüyor.

Bir yazar olarak bu bir taraftan da bir bölünmedir değil mi? İşte günlüğü yazmak, anlatıcıyı yazmak.

Evet bir zorluk. Birinci tekil şahıstan veya üçüncü şahıstan çoğunlukla tek anlatıcılı anlatılır romanlar.  Ama ben bu tür zorlukları seviyorum. Bir kadının ağzından  bir günlüğü yazasrken öte yandan da bir anlatıcı rolünde romanı sürdürmek… ben ilmk romanımda da benzer bir zorluk üstlenmiştim. Sanırım beni uğraştıran romanları seviyorum. 1950’lerle 1700ler arasında giden bir roman yazmıştım israfilin kanatlarında. Orada da 1950lerdeki Türkiye, 1700lerdeki Osmanlı dönemi birbirine paralel giden bir anlatıydı o da. İki büyük zorluğu vardı. Biri benim yakınında yalşadığım yıllarla hiç var olmadığımı tamamen kitaplardan öğrenerek araştırmalarla var etmeye çalıştığım bir dönem..: bu ikisinin arasında bşir uyum sağlamak, bir frekans tutturabilmek güçtü. Ama seviyorum bu tür güçlükleri. Özellikle araştırarak yazmayı seviyorum. Romanın arka planında bana araştırma imkanı tanıyacak konular seçmeye gayret ediyorum.

Belki de her romanda bambaşka kapılar açılıyor yaşantınızda o araştırma sürecinin içinde

Evet her romanımda özellikle değişik konular araştırıyorum. Mesela bu romanımda 1800ler, İzmir, din kitapları, Levantenlerin yaşantılarını araştırdım. Ülkemizde halen ciddi bir Levanten nüfus var.

O dönemlerde çok daha güçlüydü herhalde.

O dönemde tabii çok daha kalabalıktılar. Bu insanlar kendi kültürleriyle, dilleriyle bir rernk olarak bizim toplumumuz içinde yaşıyorlar.

Hoşnutlar mı?

Hoşnutlar. Çoğu tüccardır, ticaretle uğraşırlar. Türklere ticareti öğreten bir gruptur aslında. Bu anlamda da toplum içerindeki yerleri de saygındır. Onlara da yer vermek istedim aslında bir renk olarak. İlk romanım israfilin kanatlarında da azınlıklara yer vermiştir. Rum, ermen, Musevi vatandaşlarımıza yer vermiştir. Seviyorum Türkiye’nin renkleriyle de yazmayı.

Fotoğraftaki Kadın biraz daha farklı galiba bu ikisinden.

Bu ikisine biraz daha tarihsel romanlar diyebiliriz. Geçmişte geçen romanlar anlamında… fotoğraftaki kadın, günümüzde geçen bir roman. Ve birinci tekil şahıstan, direkt romanın kahramanının ağzından dinliyoruz her şeyi. Romanın kahramanı Suphi anlatıyor. Onun başından geçen bir roman. Bu anlamıyla da diğerlerinden ayrılıyor tabi..

Şimdi tekrar güz kokulu günahlara dönersek mevsim sonbahar. Biz de bir sonbahar şarkısıyla soluklanalım diyoruz. Sonrasında tabii romandan ve Hakan Yaman’ın yazarlığından sohbet etmeye devam edeceğiz.

Evet, mevsim sonbahar güz kokulu günahlarda bunu da bir özel sebebi var mı? Yoksa öyle mi denk geldi?

Güzün özel bir sebebi yok. Ama sevdiğim bir mevsim aslında tüm mevsimleri seviyorum. Romanı da sonbahara yetiştirmeye gayret ettik ama yayınevimizdeki trafikten bu mümkün olmadı. Bir Bahar ayında çıkarabildik.

Belki başta yapmalıydık. Biraz Hakan Yaman’ı tanıtalım dinleyicilerimize. Yazarlık serüvenini ve yazarlığın dışında da tabii başka bir sektörde çalışıyorsunuz.

Ben satış yöneticisiyim, özel sektörde bir kuruluşta çalışıyorum. Uzun yıllardır yaptığım bşir görev bu. Daha sonra yazarlık da amatörce başlayıp profesyonelleşti.

Nasıl başladı?

Aslında üniversite yıllarından başlayarak ben, 1985lerden itibaren bir şeyler karalıyordum. Herkes gibi işte öyküler, kısa yazılar… ondan sonra 90’lı yıllarda ara verdim yazmaya. Hemen hemen hiçbirşey yazmadım diyebilirim. 2000 lerin başıyla tekrar hareketlendi ama bu sürede edebiyattan kopmadım. Okur olarak her zaman edebiyatın içinde oldum. Marmara üniversitesi yabancı diller İngilizce bölümü mezunuyum. Edebiyata hep yakın oldum. 2000li yıllarda dostların da teşviki ile yine yazmaya başladım. Eşim çok destekledi. Ona buradan da teşekkür ederim. 2000’de başlayıp uzun sürede bitiremedim romanı onun desteği ile 2006 yılında bitirdim. Bu roman israfilin kanatlarıydı. 2007de yayımlandı. Bir roman yayımlandıktan sonra zaten profesyoneşl bir romancı kulvarına gir4iyorsunuz. Bir yıl sonra ikinci romanım yayımlandı.

Bir de Yunus Nadi gibi çok önemli bir roman ödülüm almışsınız bu romanla.

Eveti bu romanımla 2009 senesinde Yunus Nadi roman ödülünü aldı. U bana daha da şevk verdi. Ve 2011’de de yeni romanım güz kokulu günahlar çıktı.

Tek başına yazarlık değil ama işinizde birlikte yazarlık devam edecek herhalde. Tek başına yazarlık zor tabii.

 

Evet, özellikle bizler gibi kurmaca yazan ve tırnak içinde çok satan kitapla yazmayan popüler edebiyat yapmayan yazarlar için Türkiye’de sadece yazarlıkla var olmak çok mümkün değil. Daha çok araştırma, tarih, siyasi kitaplar satılıyor biliyorsunuz. Popüler edebiyat ve çok satan kategorisine dahil olan kitaplar satılıyor.

Onlar nasıl belirleniyor. O kunda da var mı eleştirileriniz bilmiyorum ama … O çok satanların nasıl belirlendiği, o listenin nasıl ortaya çıktığı konusunda…

Türkiye’deki edebiyat çevreleri belirliyor. Hangi kitabın çok satana dahil olacağını, çok satılşacağını…biraz daha kolay okunan, kolay tüketilebilen kitapları seçiyorlar. Her şeyde olduğu gibi müzikte de var bu, sinemada da var. Sanatın her alanında var. Popülerlik var, kolay tüketilen, kolay satılan ama iz bırakmayan bir de daha zor tüketilen ama iz bırakan sanat var. Dünyanın her yanında bu böyle.Amerikada da böyle, ingilterede de böyle, Fransa da da böylşe

Ama bizim gibi az okunan ülkelerde sadece onlar okunuyor

Tabii oralarda çok kitap okunduğu için diğer türlerde, edebi eserler öykü olsun roman olsun çokça okunuyor ama biz de zaten az okunduğu için sadece popüler kitaplar okunuyor.

Yani çok satandan çok sadece satan haline geliyor kitaplar.

Evet, maalesef günümüzde durum böyle.

Böyle bir süreçte bir başka sektörde olmak ve yazarlığı da aynı zamanda yürütmek zor gibi görünğyor ama bir taraftan da şu elimzideki kitap, güz kokulu günahlar biel 3-4 yıllık bir araştırma neticesinde yazılmasın çok ciddi bir örnek. Aslında sadece belki yazıya kanalize olabilse insan

Belki de o zaman böyle bir şey çıkmaz, bilmiyorum. Sadece yazıya kanalize olarak roman yazmadım şimdiye kadar. Hep iki işten biriydi yazı yazmak benim için.

Akşamlar mı daha çok yazıyla ilgileniyorsunuz.

Gecenin geç saatleri, özellikle bu saatleri değerlendiriyorum. Bu saatlerde bir büyü olduğunu düşünüyorum. Ayrıca geceyi de çok severim, çok daha dingin, etraftan el ayak çekildikten sonra o sessizlikte yazmak hoşuma gidiyor.

Var mı böyle her gece belli bir saat sirekli yazdığınız düzenli bir program

Öyle bir disiplinim yok ama her hafta mutlaka aklınmdaki sayfa sayısını yazmaya gayret ederim. Tabii roman yazdığım dönemlerde. Mesela şu sıralar hiçbir şey yazmıyorum. Romanım nisan ayında çıktı belki sonbahara kadar dinleneceğim.

Var mı aklınızda bir roman

Böyle çok taslak halinde bir şeyler var. Notlar alıyorum. Ama henüz daha yazmaya başlamadım. Yazmaya başladığım dönemde her gün mutlaka yazmasam da hafta içinde kendime bir zaman ayırıyorum. Ve o zamanda mutlaka hedeflediğim sayfa sayısını yakalamaya gayret ediyorum. Bir de ben işimle evim arasında çok araba kullanıyorum. Tabii İstanbul trafiği malum. O istambul trafiğindeki olmusuzluğu da biraz kendimce olumluya çevridğimi düşünüyorum. Romanlarımın çoğunu trafikte araba kullanırken tasarlıyorum. Notları alıyorum. Aracımda bir ses kayıt cihazım var. Kurguyu, kahramnalrı hepsini orada düşünüyorum. Çünkü düşünmek için çok zamanınız oluyor arabanın içinde.

Arabayı da siz mi kullanıyorsunuz?

Evet ama araba zaten gitmiyor fazla. Çünkü dur kalk bilyorsunuz trafiğin durumunu.

Köprü mü geçiyorsunuz?

Köprü geçiyorum. Avrupa yakasından asya yakasına giderken çok araba kullanıyor olmuyorsunuz. Araba biraz da kendi kendine gidiyor gibi

Doğru

O dur kalklar sırasındaki arayı değerlendiriyorum. Sabah ve akşam

Ne güzel.

Sonra notlarımı toparlıyor evde yazıya döküyorum tabii. Belki de bu tempo yaratıyor romanları bilmiyorum. İleride belki tek iş yapacak olursam sadece yazarlık kalırsa bu kadar üretici olabilir miyim bilemiyorum

Bırakmayın o zaman işinizi. Bir tarafta okuyorsunuz da elbette. Var mı tercihleri Hakan Yaman’ın.

Halihazırda klasikler de içinde olmak kaydıyla çağdaşlardan hemen herkesi okumaya gayret ediyorum. Tğürk yazarlarımzıdan da okuyorum. Yabancı yazarları da okuyorum. Öyle çok özel, sürekli takip ettiğim yazarlar yok ama iyi olduğunu düşündüğüm

Çok satanların dışında mı?

Tabii çok satanlardan uzak durmaya gayret ediyorum. İyi olduğuna inandığım yazarların bütün romanlarını okumaya gayret ediyorum. İyi bir okurum aynı zamanda tabii

İyi bir gözlemci misiniz aynı zamanda peki? Çünkü ben hep şunu düşünürüm bir oyuncu gibi bir yazarın da sanki böyle çok etrafını bakara görmesi, gördüklerini hep hafızada bir yerlere hapsetmesi.

Öyle olduğumu düşünüyorum. Çünkü iyi ya da vasat bir gözlemci değilseniz zaten yazı yazmanız çok güç. Çünkü edebiyat gerçek hayatın bğir soyutlamasından ibaret. Gerçek hayatı soyutlayabilmeniz için önce onu iyi gözleyebilmeniz lazım. Bu kurmacaların insanların ilgisini çekmesinin nedeni kendi yaşadıkları o hayhuyun içinde birinin onlara yaşadıkları hayatı çekip çıkarıp soyutlayarak tekrar sunmasından bir taraftan da yaşadıkları hayatı bir film gibi izletebilmesinden hoşnut oldukları için kitap okuyorlar veya film veya tiyatro izliyorlar.

Yani biraz kendimizi bulduğumuz için. Kendi öykülerimizi kendi kişiliklerimizi.

Mutlaka, insanların ilgisini çeken budur. Kendi yaşantılarını birinin onlara soyutlayarak anlaşılır bir biçimde sunabilmesi. Çünkü hayat kaotiktir. biz hayatı yaşarken bir kaosun içinde çok da farkına varmıyoruz ne olup bittiğinin. Bunun farkına varan bir göz bize bunları çıkarıp bakın etrafınızda bunlar oluyor dediğinde o kişi yazar, biz okur oluyoruz.

Sohbetin birinci bölümünde söylemiştik. Güz Kokulu günahlarda İsabella’nın gnlüğü de kitabın çok önemli bir kısmını oluşturuyor. İşte o günlükler de bir kadın gibi de yazabilmek. Sadece bölünmek değil bir kadın gibi de bakabilmek. Karşı cins gibi onun hissetiklerini okuyucu ile buluşturmak bu da başka bir hüner herhalde yazarlık serüveninde.

Evet, az önce söylediğim gibi bu romanı yazarken önüme koyduğum zorluklardan biriydi. Bunu yapabilmek için de özellikle o yıllarda türkiyeyi ziyaret etmiş yabancı kadın seyyahların yazdıkları günlükleri okudum.

Öylemi

Evt, çok yararlandım bu günlüklerden

Nasıl ulaştınız peki

Bunların çoğu var piayasada. Türkçeye çevrilmiş olarak da var İngilizceleri de var.  Çoğu da bunların ingilizdir. Ayrıca daha sonraki dönemlerde yazılmış, bazı Fransız kadın yazsarların günlüklerinden de yararlandım.bunun yanında Virginia Woolf gibi, Katherine Mansfield gibi çok değerli İngiliz yazarların günlüklerini de tekrar tekrar okudum. Bunları kadın diliyle yazabilşmek için yaptım bu .çok kolay bir şey değpildi.

Alfredo’nun sıkıldığı bir dil değil mi? Ne kadar uzun yazmış diyor.

Evet bir erkek için kolay değil bu. Hatta çok yakın zamanda bir tartışma çıktı hala daha devam ediyor. Naipaul da kadın yazarları üzen bir demeç vermiş.

Öylemi?

Evet kadınların erkekler kadar derinlikli yazamadıklarına dair bir şeyler söylemiş ki kesinlikle katılmıyorum. Son derece derinlikli yazan kadın yazarlar da olduğunu düşünüyorum. Günlük için kadın yazarlardan yararkandım. Bunun yanında beni etkileyen ben de yazı yazma kıvılcımlarını çaktıran bazı 19. yüzyıl yazarlarına özellikle bir selam gönderirken 19. yüzyılın dilini de biraz kullanmaya gayret ettim anlatıcı kısımında. Şekil olarak yaptığım biraz çağdaş bir yorumlama olmakla beraber tad olarak 19. yy romanının tadını da vermeye gayret ettim. Umarım başarılı olmuşumdur.

O üslubun, o tadın özellikleri neler mesela?

Bunlar çok kolay ifade edebileceğim şeyler değil. Şöyle diyeyim. Fransız ve Rus klasiklerini okuyanların algılayabilecekleri bir tat diyebilirim.

Öyleyse o lezzeti sevenlere, merak edenlere diyelim diğer taraftan da ve güz kokulu günahların doğan kitaptan çıktığını da bir kez daha hatırlatalım.

Bundan sonraki kitapla ilgili bir ipucu, klafanızda bir hikaye varsa paylaşır mısınızbizimle son olarak?

Hikayeyi paylaşamam ama bundan  bir önceki romanıma daha benzeyen bir roman olacağını söyleyebilirim.

Fotoğraftaki kadın’a

Evet ona daha çok benzeyen bir roman olacak sanırım.

Peki, biz de merakla bekleyeceğiz öyleyse. Tekrar teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim. Bana bu fırsatı verdiğiniz için.