HAKİKATLER KİTABINI ARARKEN, RADİKAL – TUĞBA BENLİ ÖZENÇ, 2007

Hakikatler Kitabını Ararken…

TUĞBA BENLİ ÖZENÇ
21.09.2007

‘Katmerli güller gibi’ birbiri üzerine açılan zamanın içinde romanı besleyen bir başka romana açılan kapılardan geçtim İsrafil’in Kanatları’nı okurken. Bir okur olarak zorlandığımı itiraf etmeliyim. Çünkü Hakan Yaman’ın ‘ilk roman’ı çok meşakkatli bir çalışmayı gerektirmiş ayrıntılarla dolu. Osmanlı döneminde Sultan Mahmud’un padişahlığında başlayan geçmiş ile 1950’lerin Türkiye’si, birbirlerini yok saymayan aksine tamamlayan bir şekilde tam da olması gerektiği gibi tarihi bir süreç içerisinde ‘bize ait zamanlar’ anlatılıyor. Gerçek kişilikler ve mekânlar, kurgu karakterler, hayal mahsulü âlemde büyülü hikâyeleri canlandırıyorlar.

Raffi, David, Teodor ve Ömer… Yıllardır beraber olduklarından birbirlerinin dünya görüşlerini, hayata bakışlarını, zevklerini etkileyen, benzer şeylerden zevk alan, aynı konulara ilgi duyan gençler. 1950’ler, Kuzguncuk’ta harap bir evin yıkıntıları arasında ‘sır’ları paylaşıyorlar. Ucuz şarap, bol sigara dumanı eşliğinde, gençlik heyecanıyla yapılan bu sohbetler; günlük hadiseler, okul, okuldaki kızlar… Sonra ciddileşen konulardan, felsefeden, ölümden, varlıktan yokluktan, Nato’ya girme kararından Erzurum’daki depreme kadar hemen her şeyi kapsıyor. Sanki Dostoyevski’nin de söze karıştığı izlenimini veren diyaloglar son derece akıcı ve doğal bir tona, ufuk açıcı ve esrik bir havaya ve okuyanı buran bir melankoliye sahip. Ömer’in dedesinin anlattığı kayıp kitabın izini sürmeye de bu sohbetler esnasında karar veriyorlar. “İnsanın yaradılışını, melekleri, var olan ve yok olan pek çok hakikati, kainattaki hava, su, ateş, toprak gibi unsurları, taş, bitki, hayvan, cin ve insan gibi bilinen tüm varlıkları, ruhi kuvvetleri ve bütün ilahi hakikatleri, sayısız ve hesapsız güçleri ve ilahi eserleri izah etmeye haiz”(s.13) eşi benzeri görülmemiş, esrarengiz kitabı, paşa dedenin deyimiyle ‘Hakikatlerin Kitabı’nı İstanbul’un ilim irfan köşelerinde, kütüphanelerde, geçmişte ve gelecekte, kendilerinde ve diğerlerinde aramaya başlıyorlar. Bir başka roman da kendi zamanından bakıyor okura. Kurgunun içinde gerçek bir kişilik olarak var olan Sultan Mahmud Han’ın sarayın Boğaz’a bakan geniş penceresindeki kambur silueti sanki ete kemiğe bürünüyor. Sonradan sadrazam olacak ve Kalabalık Hasan Paşa adını alacak olan Sırp köle Miloş’un çaldığı kitabın dehşetli serüvenini tarihin tozlu sayfalarını çevirerek başlatan yazar, dönemin İstanbul’unun tüm seslerini, kokularını, hastalıklı, korkunç ve muhteşem havasını, sönmeye yüz tutan saltanatı ve korkuyu, afyonu, hazları, din ve ilimi yavaş yavaş anlatıyor. Eski bir masal anlatıcısı gibi. Fransız seyyahlar (Emile Gautier…), büyücü padişahlar, din adamları… İbrahim Müteferrika gibi şahsiyetler… Büyük yangınlar, savaşlar, ganimetler, yenilgiler, veba salgınları… İstanbul’un tekinsiz sokakları…

Yazar, romandaki bir karakterine yazdırdığı romanı diğer karakterine yani Ömer’e okuturken perdenin önündeki biz okurlara da bazı açıklamalarda bulunuyor. Rollerini oynayan o zengin kadroyu karanlık köşelerine yollarken final sahnesini hazırlıyor. Karanlık kör bir kuyudan ve kadim öğretilerden, yazanı Doğu’dan Batı’dan, Kuzey’den ve Güney’den olana giden, üzerindeki suret rahibin önünde bir şeytansı varlığa, Müteferrika’nın huzurunda Sur’a üfleyen İsrafil’e dönüşen, Hahambaşından patriğin, mollanın değerlendirmelerinde, farklı inanışlarda ‘can’ bulan kitap kendini sunuyor. Siz geçmişi ve geleceği, var oluşu ve yok oluşu aramak ve bulmak isterseniz, kainatı anlamak için bulduğunuz yolu takip edesiniz diye. Cevapları aradığınız arayışın hiç bitmeyeceğini, ‘ölümlü’ bir yolcu olduğunuzu bile bile yapılan yolculukları hatırlayasınız diye…

İSRAFİL’İN KANATLARI
Hakan Yaman, Doğan Kitap, 2007, 357sayfa